Aslî icap

Aslî icap ya da ilâhî icap; ‘Aslî Prensip’te tespit ve tayin olunmuş (belirlenmiş) durumların ifadesi olup, kâinatımızda, ‘kâinatlar’da ve kâinatlar-üstü olan ruhlar arasında her şeyi içine alır. (28, 237) Her kâinata göre ayrı bir cephesi ve durumu bulunan “icab”ın kâinatımıza ait (ilişkin) cephesi; Ruhların ihtiyaçları ile madde imkânlarının “bir kılınma”sını (tevhidini) sonuçlandırmaya yönelik olan, Aslî Prensibe ait kudretin kendisidir. (191) Aslî Prensibin bizim kâinatımıza yönelmiş bu kudreti (Aslî Kudret); ruhların kâinatımızla ilgili tekâmül ihtiyaçlarına cevap veren tüm madde imkânlarının bu ihtiyaçlarla uyuşturulmasına (uyuşum sağlamalarına, uyuşumlu kılınmasına) yönelik icaplarının bütünüdür. (190, 196) Aslî Kudret ışığı konisi. Aslî icaplar, yüksek ‘kader prensibi’nin kâinatta ‘kader mekânizması’ hâlinde tecelli eden icaplarıyla ve ‘aslî zaman’la birlikte, kâinata ‘Ünite’den süzülerek yayılırlar. (230) Aslî Prensibe ait yüksek kudret, kâinatımızda en ince cevherler hâlinde olan ‘tesirler’le tecelli eder ki, büyük icapları taşıyan bu tesirler, kâinatın bütününden en küçük zerresine kadar her tarafına nüfuz eder ve fonksiyonlarını yaparlar. ( 63)

Kâinatlar içinde, kâinatlar üstünde ve ruhlar arasında bulunan her hakikat, Aslî Prensibin hâkimiyeti ve nizamı altındadır. (20) Kâinatlara ve ruhlara hâkim Aslî Prensibin icaplarına göre yapılmakta olan sonsuz işler vardır. (73) Kâinatımızdaki (Madde kâinatı) bütün oluşlar, akışlar, her şey ancak Aslî Prensibin icaplarıyla gerçekleşebilir. (20)

Aslî Prensibin kâinatlara yönelik kudretleri ya da icapları

Kâinatlar mevcut olmasaydı, ‘ruh’ların bilemediğimiz, kendilerine mahsus yüksek ihtiyaçları giderilemezdi; buna karşılık ruhlar olmasaydı kâinatların hikmet-i vücudu (varlık nedeni, vücuda getirilme nedeni) ortada kalmazdı. (19) Ruhlar ve kâinatlar ikilisi daima birbirleriyle başbaşa yürürler; o kadar ki, ikisinin arasında kesin ve ebedî bir erişilmezlik mevcut olmasına rağmen, adeta birbirleriyle sımsıkı kucaklaşmış ve birbirinin içine girmiş gibidirler. (19) Fakat bu ilişkiler, katiyen (asla ve kesinlikle) direkt olmayıp endirekt yollardan meydana gelmektedir: (19) İşte ruhlar ile kâinatların, aralarındaki erişilmezliğe rağmen birbiriyle kucaklaşmış durum göstermeleri, Aslî Prensibin icaplarıyla (kudretleriyle) gerçekleşmektedir. (20, 38) Aslî Kudret ışığı konisi. Aslî Prensibin “kudret”i, bir taraftan ruhları içine alırken (bu ifade semboliktir) aynı zamanda (diğer taraftan) kâinatları da içine alır ve ruhlar ile kâinatlar bu yüksek prensip muvacehesinde (karşısında, huzurunda) sanki bir aynadan yansıtılıyormuş gibi birbirlerine yansıtılırlar. (20)

Bu prensibin sonsuz kâinatlara ve ruhlara yönelik kudretleri arasında kâinatı mıza yönelmiş olanı, O’nun ancak bizim kâinatımızla ilgili olan, yani sadece madde kâinatı ve ruhların ilişkisiyle ilgili olan kudretidir. (190) Aslî Prensibin bizim kâinatımıza yönelmiş bu kudreti (Aslî Kudret); ruhların kâinatı mızla ilgili tekâmül ihtiyaçlarına cevap veren tüm madde imkânlarının bu ihtiyaçlarla uyuşturulmasına (uyuşum sağlamalarına, uyuşumlu kılınmasına) yönelik icaplarının bütünüdür. (190, 196)

Aslî Prensibin kâinatımıza ait durumu veya veçhesi, üstte “kudret” kelimesiyle sembolize edilmiş olmakla birlikte, Aslî Prensibin kâinatımıza ait durumu veya veçhesi, Dünyamızın basit hareketlerini bile izah edebilmeye muktedir olmayan bu kelimenin alelâde mânâsına kuşkusuz sığmaz. (190) Değil bu kelime, tüm kâinatımızda Aslî Prensibin herhangi bir durumunu ifade etmeye yetecek hiçbir kelime, mânâ, imaj veya hareket yoktur. (190) Ancak, çaresiz kalındığı için, bilinen mânâlarından tecrit edilerek (ayrı tutularak, uzak tutularak, soyutlanarak), sırf bir sembol olarak, Aslî Prensibin kâinatımıza ve orada tatbikatlarını görecek ruhlara yönelik cephesi (burada kullanılan “cephe”, “veçhe”, “durum” ifadeleri dahi asıllarını ifade etmekten âciz sembollerdir) “kudret” kelimesiyle ifade edilmiştir. (190)

Aslî icapları içeren Aslî Kudret ışığı sembolizmi

Aslî Kudret ışığı konisi; Aslî Prensibin (Aslî Prensip) ‘kâinatlar’a ve ruhlara yönelmiş Kudretlerinden bizim kâinatımıza yönelmiş olanının sezgisini ve kâinatımızda ‘inkişaf’ ve ‘tekâmül’ün nasıl yürüdüğünün sezgisini insanlara verebilmek üzere başvurulmuş, bu Kudretin ya da icapların, bir ışık konisine (bir noktadan konik şekilde inen ışık demetine) benzetildiği sembolik tasvirdir. (189, 190, 191, 195)

Bu sembolizmde, ışık konisinin ışıkları, Aslî Prensibin Kudretini veya “icaplar bütünü”nü temsil etmekte olup, Aslî Prensibin kendisi olarak düşünülmemelidir ve bu, Aslî Prensibin ancak bizim kâinatımıza yönelik, sadece kâinatımıza mahsus bir kudretidir, yani ‘madde kâinatı’ ile ‘ruh’ların ilişkisiyle ilgili olan kudretidir. (190, 191, 195)

Bu sembolizmdeki Aslî Prensibin bizim kâinatımıza yönelmiş kudreti (Aslî Kudret); ruhların kâinatımızla ilgili tekâmül ihtiyaçlarına cevap veren tüm madde imkânlarının bu ihtiyaçlarla uyuşturulmasına (uyuşum sağlamalarına, uyuşumlu kılınmasına) yönelik icaplarının bütünüdür. (190, 196) Daha açık bir deyişle, Aslî Prensibin bu kudretinde hem ruhların sonsuz kâinatlara ilişkin ihtiyaçlarından, sadece kâinatımıza ilişkin olan, tekâmül kavramıyla sembolize edilen ihtiyaçları (yani tekâmül ihtiyaçları) içerilmiş, hem de kâinatımızın bu ihtiyaçlara tekabül eden (karşılık gelen) tüm madde imkânları içerilmiş (mündemiç, içkin) vaziyettedir. (190)

Kaynağından çıkan ışık, çıktığı anda bir koni hâlinde, âtıl, amorf ve pasif olarak bekleyen kâinat cevherine, yani aslî maddeye iner; ışık konisinin aslî maddeye ilk düştüğü saha derhal aydınlanır; ışığın tepesi o kudrette, tabanı da aslî maddededir. (191) O ışıkta hem ruhların ihtiyaçları, hem de bu ihtiyaçlar karşısında maddede tecelli edecek olan imkânların tümü içerilmiş (mündemiç, içkin) vaziyette olup, bu ihtiyaçlar ile imkânlar ancak o ışık içinde birleşecek ve tekâmül gerçekleşecektir. (191) İşte o ışığın bu gerçekleştirici kudretlerine “icap” denir. (191) Şu halde her kâinata göre ayrı bir cephesi ve durumu bulunan “icab”ın kâinatımıza ait (ilişkin) cephesi; ruhların ihtiyaçları ile madde imkânlarının “bir kılınma”sını (tevhidini) sonuçlandırmaya yönelik olan, Aslî Prensibe ait Kudret’in kendisidir. (191) Aslî Kudret ışığı konisi

Bu sembolizmde varlıkların, kâinata inen Aslî Kudret ışığı huzmesine tırmanarak yukarılara çıkması (vazife plânından itibaren tırmanarak çıkması) demek, o ışık huzmelerinin kapsamında mevcut tüm icaplara idraklerinin gittikçe intibak etmesi demektir (Aktif intibaklar), o ışığın ahengine girip o ahenge gittikçe daha geniş çapta karışmaları demektir. (239) Ahenkten olmak. Bir varlığın bu tırmanışı ‘Ünite’ denilen, kâinatın son imkân sınırları na geldiği zaman, o varlığın idraki, bu ışık huzmesinin içerdiği tüm icaplara intibak etmiş, tam o ahenkten olmuş ve dolayısıyla kâinat cüzlerine ve bütününe hâkim bir durum almıştır. (239-240) ‘Madde kâinatı’ denilen vasıtanın kullanılmasındaki gaye; ruhların sonsuz kâinatlara yönelik ihtiyaçlarından, sadece kâinatımıza ilişkin, “tekâmül” diyebileceğ imiz kısmının gerçekleşmesidir (ihtiyaç duyulanın tümüyle gerçekleşmesi, ihtiyacın tamamen karşılanması dır) ki, bu da Ünite’yle ifade edilir. (245). Kısaca, Ünite, kâinatın son sınırı ve tekâmülün tahakkukunun (“hakikat”leşmesinin, gerçekleşmesinin) ifadesidir. (238) İşte ruhların ihtiyaçlarını ve kâinat maddesinin tüm imkânlarını içeren, Aslî Prensibin bu kudretinin ruhî ihtiyaçlar ile madde imkânlarını birleştirerek bir vahdet hâline getirmek gayesinin gerçekleşmesi (tamamen gerçekleşmesi), tekâmül kelimesiyle ifadelendirilen mânânın en son ve yüksek derecesini (verilmek istenen sezgiyi) anlatır. (190-191) Bu sezgi ruhların sonsuz kâinatlardan bir teki olan madde kâinatımıza ait ihtiyacı hakkındadır; burada diğer kâinatlar hakkında söylenmiş bir söz yoktur. (191)

İcapları taşıyan tesirlerle ruhların tekâmül ihtiyaçlarının maddeye yansıtılması ve maddenin cevaplarının da ruhlara yansıtılması

Ruh ve madde kâinatı düalitesinde ruhların tekâmül ihtiyaçlarına göre bulundukları her davranışlarına kâinat cüzlerinin tam bir intibakla cevap vermesi ancak, ruhların bu davranışlarını madde cevheri üzerine yansıtan ve her madde cüzünün ve bütününün göstereceği reaksiyonları da ruhlara yansıtmak suretiyle iade eden, Aslî Prensibin icapları yla gerçekleşir. (28) Yani ruhların ihtiyaçları ‘yüksek prensipler’in icaplarına göre, kâinata “tesirler” hâlinde yansıtılır; kâinata yansıyan bu ihtiyaçların cevaplarını o anda vermek, yani bu tesirlerin taşıdığı icaplar gereğince derhal harekete geçmek de madde cevherinin karakter zarureti olduğu için, bu zaruretle maddenin verdiği cevaplar da, yine aynı kanallardan, aynı icaplarla ruhlara yansıtılır: (28) Bu bilgi, icap kavramının ne demek olduğunu, ne kadar muazzam ve derin mânâlar taşıdığını göstermektedir. (28)

İcapları taşıyan tesirler ve yüksek prensiplerin icapları

Mahiyetini, neden ve sonuçlarını, madde kâinatımızın kesin ve tabiî imkânsızlığından dolayı, asla takdir edemeyeceğ imiz ve bilemeyeceğimiz ruhların ihtiyaçları ve bu ihtiyaçların kâinatımıza düşen bir payı olarak kabul ettiğimiz tekâmülleri; yüksek prensiplerin icapları gereğince kâinattaki tatbikatlarla sağlanır. (32) Bu gayenin yerine getirilmesi için, Aslî Prensip’ten gelen icaplar kâinatın üst kademesini işgal eden Ünite’ye gelir ve oradan kâinata tesirlerle yayılırlar. (32, 63)

Aslî tesirler’ hem kâinat-üstü ruhlara, hem de kâinatlara doğrudan doğruya hâkim olan ve onları içine alan, “mahiyetini bilmediğimiz, Aslî Prensibin Kudreti”nin kâinattaki tecelli ve tezahürleridir. (62, 63, 64, 31) Diğer deyişle Aslî Prensibin icap denilen kudretinin kâinatımıza ait ruh-madde durumları üzerindeki ifade ve tecellileridir. ( 38) Aslî Prensibe ait yüksek kudret, kâinatta en ince cevherler hâlinde olan “tesirler”le tecelli eder. (63) Böylece; büyük icapları taşıyan bu tesirler, kâinatın bütününden en küçük zerresine kadar her tarafına nüfuz eder ve fonksiyonlarını yaparlar. (63) Madde cevheri bu fonksiyonlara göre şekillenir, inkişaf eder, toplanır, dağılır, formasyonlar, deformasyonlar ve transformasyonlar geçirir ve bu suretle, kâinat bütünü ve cüzleri ruhların ihtiyaçlarına göre sevk ve idare olunur. (63) Bu da do-ğal olarak, kâinat içindeki alt ve üst, çeşitli mekânizmalarla ve vazife prensipleriyle yürütülür. (63) Kâinatın Ünite’den süzülerek gelen aslî tesirlerin kapsamı dışında kalabilen hiçbir zerresi yoktur. (195)

Tesirler, kâinatı baştanbaşa ve hiçbir insan idrakinin kavrayamayacağı karmaşık bir şebeke hâlinde sararlar. (69) Bunların her zerresine Aslî Prensibin yüksek icapları hâkimdir. (69) Bütün tesirler sayısız varyetelerine rağmen, ‘ilâhî nizam’ın büyük ahengi içinde kâinatın en ince maddelerinde tecelli etmiş tek bir kudret hâlinde fonksiyonlarını yaparlar. (69) Kâinatın ilk zerresinden bütününe varıncaya kadar insanların “maddi, manevi”, “cismanî, ruhanî” diye nitelendirmiş oldukları her şey, ancak yüksek prensiplerin icaplarını taşıyan bu tesirlerin nizam ve tertipleri dahilinde yürüyebilir. (69) Kâinatta ‘tesirler’den uzak hiçbir akış ve oluş mümkün değildir. (69) Hangi varlıktan, hangi kademeden geçerse geçsin, her tesir muhakkak surette ruhların tekâmül ihtiyaçlarını içeren bir icabı taşır ve kâinatın hiçbir zerresi bu tesirlerin haricinde değildir. (31-32)

İcapların “varlıklar ve icaplar birliği” olan Ünite’den tesirlerle taşınışı

Ruhların tekâmüllerine yönelik olarak Aslî Prensip’ten gelen icaplar (ya da icaplar denilen kudret), kâinatımızın üst sınırından içeri (bu ifadeler semboliktir) girer, kâinatta tesir şeklinde tecelli eder, kâinatın bilemediğimiz üst sınırlarındaki ‘Ünite’den süzülür ve madde kombinezonlarının (Madde kombinezonu) sonsuz inkişaf ve kabiliyet imkânlarına göre, onları ve kendilerini çeşitli formasyon, transformasyon ve deformasyonlara uğrata uğrata, aşağılara doğru yayılıp dağılarak inerler ki, varacakları noktalarda ruhların ihtiyaçlarına göre tezahürlerini göstermek suretiyle de, ruh ile madde cevheri (Aslî madde) arasındaki endirekt alışveriş fonksiyonlarını sonuçlandırmış olurlar. (31, 20, 28, 38, 62)

Bir başka deyişle, kâinat dışından gelip, kâinatın üst kademesini işgal eden Ünite’de bir vahdet oluşturan, yani Ünite (varlıklar ve icaplar birliği) ile birleşmiş olan bu icaplar; tesirler hâlinde Ünite’den süzülüp her varlığın ihtiyacına uygun olarak, kâinat içindeki topluluklara, fertlere, maddelere ve varlıklara ve en küçük zerrelere kadar tüm madde cüzlerine dağılır ve onlarda çeşitli formasyon, transformasyon ve deformasyonlar meydana getirirler. (32, 31, 64) Böylece; büyük icapları taşıyan bu tesirler, kâinatın bütününden en küçük zerresine kadar her tarafına nüfuz ederler ve fonksiyonlarını yaparlar. (63)

Aslî Prensibin madde kâinatındaki akışı olan aslî icaplar ve Aslî Prensibe tâbi ‘kader prensibi’ ve ‘zaman prensibinin’ madde kâinatındaki akışları olan ‘kader mekânizması’ ve ‘aslî zaman’, Ünite’de idrakler ile birleşerek vahdeti meydana getirirler. (238) Kâinatın bütün idaresi ancak buradan süzülerek yayılan tesirlerle mümkün olur. (238) Fakat “varlıklar ve icaplar birliği” denilen Ünite’yi asla Aslî Prensibin, maddenin ve ruhların birleşmiş olduğu bir durum olarak düşünmemek gerekir. (195, 64) Burada vahdet-i vücut teorisinden söz edilmemektedir; ‘yüksek prensipler’ ile ruhların ve kâinatların tek bir varlık hâline girebileceği düşüncesi, insanı burada anlatılmak istenilen hakikatlerden tamamen zıt bir yöne doğru yöneltir ve bütün yüksek sezgilerini silip süpürür. (29, 245) Bu yazıları iyi anlayanlar, burada böyle bir kavramın kastedilmediğini bilirler. (29)

Aslî icapların kâinatımızdaki teknik unsuru olan “kader prensibinin tecellisi kader mekânizması” ve yüksek prensiplerin icapları

Aslî icapların ruhları ve maddeleri kapsayan kudretleri arasında, kader mekanizması ve aslî zaman da bulunmakta olup, bunlar, aslî icapların gerçekleşmesi için çok önemli roller oynarlar. (236) Aslî Prensibin kâinattaki akışı olan aslî icaplar, kader ve zaman prensiplerinin kâinattaki akışları olan kader mekanizması ve aslî zaman, Ünite’deki idrakler ile birleşerek vahdeti meydana getirirler. (238)

Aslî Prensibin tayin etmiş olduğu icaplarla ruhların bu icaplara liyakat derecelerini ölçüp ayarlayarak takdir eden etken, kaderdir (kader mekanizmasıdır). (231)

Varlıkların aslî icaplar karşısındaki ‘liyakat’ derece ve ölçülerini takdir ve tespit eden ve varlıkların kâinat akışındaki maddi imkânlarını bu liyakat derece ve ölçülerine göre ayarlayan kader mekânizması, Aslî Prensibin direktifi altında çalışan ve ona bağlı bulunan yüksek kader prensibinin (kâinat-dışı kader prensibinin) kâinattaki tezahürüdür. (233, 231) Aslî icapların yerli yerinde tatbikini sağlayan, varlıklarla aslî icaplar arasındaki mutabakat (intibak hâlinde olma) derecelerini ve ölçülerini takdir ve tespit ederek kıymetlendiren teknik etken kâinattaki kader mekânizmasıdır. (232) Varlıkların fiil ve hareketlerine göre derecelerinin ölçülüp biçilerek aslî icaplardaki durumlara uydurulmaları için, muhasebe işlemlerinden geçirildikten sonra ayarlanmaları ve formlara bağlanmaları; kader mekanizmasının aslî icaplar altında, aslî zamanı kullanarak çeşitli madde ve olay form ve tertiplerini meydana getirmesi demektir. (236) Bu fonksiyonunu zaman unsurunun (zaman prensibinin kâinatımızdaki durumu olan aslî zamanın) yardımıyla yapar, onu ölçü olarak kullanır ve bütün kâinata aslî icapları taşıyarak Ünite’den yayılır. (231)

Aslî icapların ve bu icaplara bağlı bütün mekânizmaların kâinattaki tatbikatları; aslî icap, aslî zaman ve kader mekânizması kadrolarında (Üç ana kadro) çalışan ‘organizasyon’ların vazifelileri tarafından yapılmaları zaruri ‘yükümlülük’lerdendir. (234)

Dünyada olup biten olayların hepsi Ünite’den gelen direktif ve icaplara göre ayarlanır ve öyle (ayarlandıktan sonra) olur. (294) Her şey, varlıkların bizzat çalışarak kazanmış oldukları liyakat derecelerine göre, aslî icapların direktifi altında, aslî zamanın yardımıyla, kader mekanizmasının ölçüp, takdir ederek hükümlendirdiği tarz ve şekillerde, ‘vazife plânı’nın ilgili vazifelileri tarafından yapılmaktadır. (294) Dolayısıyla vuku bulacak (olacak) her şey büyük hesaplara, çok ince ve kapsamlı teknik esaslara dayanmaktadır. (294) 

Aslî Kudret ışığı konisi

Aslî Prensip

Aslî tesirler

Yüksek prensipler

Ünite

Kâinatlar-üstü hakikatler

Ruh-madde endirekt ilişkisi

Kâinatlar